14 Ocak 2011 Cuma

Gaylerden korkmak gerek

Bazenleri sokakta gördüğüm seksi bir erkekle kuytu bir yerde çılgınca sevişirken hayal ediyorum kendimi. Düzgün yüzü, orantılı kafası, giyimi, belki tüysüz koynu, belki kokusu, converse giymesi, kot pantolonunun üzerine tam oturması, masum bakması, yakışıklı olması ve pek çok şey beni tahrik ediyor. Kendimi onları saçlarından kavrayıp dudaklarına yapışırken ve arkalarına geçip ileri geri yaparken hayal ediyorum. Ve bütün bunların hepsi bir anlığına aklımdan geçiyor. Sonra hiçbir şey olmamış gibi hayatıma devam ediyorum.

Gaylerden korkun beyler ve bayanlar.

Çünkü her biri usta birer oyuncudur. Özellikle benim gibi gizli gayler. Renk vermemek için her şeyi yaparlar. Bütün bu cinsel uyarılara ve tahriklere rağmen bu saydığım adamların hiçbirine bir kez bile dönüp bakmadan yoluma gidebilirim. Çünkü dirayetliyim.

Bu yüzden çoğu gayin sağlıklı bir ilişkisi yok. Rol yapmaya o kadar çok alışmışlar ki, sevgililerine de rol yapmaya başlıyorlar. Zamanla herkes birbirine karşı güvensiz oluyor. Çünkü her biri diğerinin kendisine oyun oynadığını düşünmeye başlıyor.

Biz erkekler her şeyden tahrik olabiliyoruz. O yüzden bir erkeği aldatmak bizim için en kolay şey.

12 Ocak 2011 Çarşamba

Peter Brant II Gay çıktı


Eh boşu boşuna bu çocuk bende "kesin gaydir bu" kanısı uyandırmamış. Bugün Gay olduğunu Facebook fan sayfasında ve Gawker'a yaptığı açıklamada dile getirmiş.

10 Ocak 2011 Pazartesi

İkonları neden çekemiyorum?



Fotoğrafını gördüğünüz kişi muhtemelen birkaç yıl içerisinde hatırı sayılır bir takipçi kitlesinin sahibi günümüz ikonlarından biri olacak. Adı Peter Brant, Jr. Çok kötü bir ada sahip olması onu gördüğümde belki hayatımın sonuna kadar binlerce kez yaşayacağım bir duyguyu hatırlamamı engelleyemedi.

Bu yaşta bu kadar tatlı, etkileyici ve iyi giyinen kişilere bildiğiniz tabirle katlanamıyorum. Çünkü bunlar büyüdükleri zaman da aynı şekilde görünmeye devam ediyorlar. Ne zaman böyle bir çocuk görsem içimde bir alış veriş yapma isteği kabarıyor. Onlar gibi görünmek için elime geçen parayı markalara peşkeş çekmek istiyorum. Çünkü bir ikon değilim.

Burada klasik batı kapitalizmi cart curt eleştirilerine girmek istemiyorum. Ama bir realite var. İmaj toplumunda yaşıyoruz. Ne olduğumuzdan çok, neyi nasıl sunduğumuz daha ön planda. Zeka, akıl, vicdan, ahlak gibi kavram ve değerler birer kriter olmaktan çıkalı uzun bir süre oldu. Fakat farkında değiliz.

Özellikle Gay sitelerinde kendini bir hediye paketi gibi sunan insanlar görmek oldukça mümkün. Çünkü kendi toplulukları içerisinde onları değerli kılacak olan gerçeklik o sitedeki görüntülerine bağlı. Hakikaten bir erkeği azdıracak derecede şuh pozlar verenler, ya da kendilerini en masum duruşlarıyla pazarlayıp yine insanı yoldan çıkaran fotoğraflar çekmesini bilenler var. Aslında bir erkek olarak en küçük şeyden bile baştan çıktığımızı / bunun için hazırda beklediğimizi biliyorum. Ki ben dahil pek çoğumuzu en ufacık derecede tahrik etmeyen tüylü bacak fotoğraflarından dolayı da, evet onlar da dahil, kendini kaybeden kimseler var.

Başa döneyim. Kendimden yakışıklı, güzel giyinen, hali ve tavırlarıyla çekici olan her yaratıktan dolayı bunalıma giriyorum. Sanırım uygun kelime bu: bunalım. Çünkü hiçbirinden nefret etmiyorum. Hafif bir hayranlıkla bakıyorum her birine. İçinizden "ezik" bu diye geçirmeden önce hatırlatayım, bu bir itiraf, benim fark edemediğim, sizin fark ettiğiniz bir durum değil bu. (Bu arada ezik olarak görünmemek için gösterdiğim çabadan yola çıkarak, aslında hepimizde böyle bir şey olduğunu söyleyebilirim. )

Zaten tüketim alışkanlığı dediğimiz şey de budur. Her birimiz birer ikon, birer ilgi odağı haline gelene kadar ulaşmalıyız. Çünkü "bu işler böyle yürür". Peki bununla ilgili bir kural, bir metin var mı? Elbette ki yok.

Neden derseniz yanıtı açık. Hepimiz doğduğumuz andan beri çeşitli sosyal oyunların içerisindeyiz. Ve zamanla "bu işlerin" nasıl döndüğünü anlıyoruz. Çünkü anlayamazsak bu "oyun" amacına ulaşamaz. Birileri ilgi odağı olur, birileri "okulun popüler kızı/çocuğu" olur. Birileri daha "üst" sınıfa mensuptur. Bizim de oraya dahil olmamız gerekir. Olamazsak içimizde hep bir sıkıntıyla dolaşırız. Ahh abartmayalım tabii.

Ne var ki bu durumun bir sonu yok. Bir hayat tarzı seçeneği olarak karşımızda duran sorun, bundan daha da derinlere gidiyor. Gossip Girl seyredip oradaki şatafatlı hayata hayranlık duymak gibi şeylerin en temelinde "dışarıda benden büyük bir dünya var" algısına sahip olmamız yatıyor.

Evde yalnız kaldığımızda her birimize binlerce insan, belki en nefret ettiklerimiz bile, dışarıda çılgınlar gibi eğleniyormuş gibi gelmiyor mu? Ergenlikte ortaya çıkan bu durum neredeyse aklımızdan hiç çıkmaz. Bu ülke olmasa bile başka bir ülkede hayatının her boş vaktinde çılgınlar gibi eğlenen birileri olduğu inancına ister istemez kapılırız.

Bunun bir çözümü olduğunu sanmıyorum. Bununla beraber idareten bir çözümü var. Oyunu kurallarına göre oynamak. Trendy olanlarla, eğlenenlerle, popüler olanlarla birlikte olmak. Ya da onlar gibi olmak. Fakat bu pek çoğumuzun kişiliğine uymuyor. Ötesi de bir sistem problemidir. Düzeltmek için şimdilik gücümüz yok. Olsa bile ahlaki olarak buna ne kadar hakkımız var ve düzeltmeye çalışsak da bunu ne kadar başarırız orası muamma. (Evet her boku sisteme bağlamak gibi bir alışkanlığım var)




8 Ocak 2011 Cumartesi

Neden blog yazıyorum?


Yüzlerce kez yanıtlandırılmış bu soruyu belki de ilk defa ciddiye alıp cevaplandırmak istiyorum.

Toplumumuz değişiyor, hem de düşündüğümüzden, tahmin ettiğimizden çok daha hızlı. Klasik medya araçları bu hıza yetişemiyor. Bildiğimiz anlamıyla televizyonlar, radyolar, gazeteler yok olacaklar. Roman, hikaye, şiir yazarlarımız basılı kitaplarından vazgeçecekler ve hepimiz gibi sanal kağıtların mahkumu olacaklar.

Bu saydıklarımın hiçbiri benim yazma gerekçem değil.

Benim herkes kadar daha şahsi nedenlerim var.

Öncelikle düşüncelerimi en yakınlarım dahil kimseyle paylaşamıyorum. Çünkü anlaşılamamaktan, yalnız kalmaktan, aşağılanmaktan ve zaten kısıtlı olan sosyal çevremi kurban etmekten korkuyorum. Bir diğer sebebim de yazdığım yazıların hemen okuyucuyla buluşmasını istiyor olmam.

Haftalarca kafamı meşgul eden düşüncelerin yazıldıktan sonra sanki hiç aklıma gelmemiş gibi yitip gittiğine defalarca şahit oldum. Yazınca o klişe tabirle "kafam" boşalıyor.

Düşüncelerim öyle hızlı akıyor, beni öylesine tahrik ediyor ve kıstırıyor ki... Onların tahakkümünden, bıktırıcılığından ve daha da kötüsü çıldırtıcı etkisinden ancak böyle kurtulabilirim.

Yazıyorum çünkü varım. O düşünceler de var. O düşüncelerin varlığıyla varım ve onlarsız hiçbir şeyim.