5 Mayıs 2011 Perşembe

Bir sahtekar gibi yaşamayın hayatı, bir roman gibi değil...

Yağan yağmur, kara bulutlar ve manzara! İşte bunalıma girmek için gerekenler. Halbuki varlığımın en derin noktalarına kadar sirayet etmiş olan bu yalnızlık, bu ezilme, bu herkesin benden nefret edeceğini düşünme hali ortadan kalktı mı? Hayır. Çünkü yaşlanmakta olan bedenim nasıl gençliğin tadılmamış arzularını barındırıyorsa, bekaretin korkaklıktan değil, intiharı hiç aklından çıkarmamış olduğum için olduğu gibi duruyorsa, hayat da aynı tehditleriyle var olmaya devam ediyor.

Yakışıklı bir erkek yüzü gördüğümde hüzünleniyorum, ağlamak istiyorum, bu dünyadan yok olup gitmek istiyorum. Her defasında bir erkeği arzuladığımda midem bulanıyor. Kıllarını düşünüyorum, bakımsızlığını düşünüyorum, ilişki sırasında ortaya çıkacak pisliği düşünüyorum tüm bedenimle seksten nefret ettiğimi hissediyorum. Ama bir süre sonra o arzu, tırnaklarımdan ayak ucuma kadar bütün zerremle idrak ettiğim o baştan çıkarıcı istek beni tekrardan başa döndürüyor.

Halbuki kendimi değersiz bir bedbaht olarak, dünyadan silinse en ufacık bir şekilde bile hatırlanmayacak eziğin biri olarak görüyorum. Ağlasa kimsenin umrunda olmayacak, ölse kimsenin umrunda olmayacak, gülse kimsenin umrunda olmayacak bir geri zekalı.

İnsanlarla kuramadığım iletişimi cümlelerle de kuramıyorum. Yazamıyorum, konuşamıyorum ve en kötüsü ağlayamıyorum da. 

Daha karanlığa, daha derine, daha büyük bir yalnızlığa itilmek için gün sayıyorum. Çünkü derin bunalımlarda bocalayanlara el uzatacak hiç kimse yok. Özellikle de bu kişi çok iyi rol yapıyor ve bütün ruh halini en yakınlarından bile saklayacak kadar sahtekarın tekiyse.... 

Keşke bir sabah başka bir hayata uyansam ve tüm bunlar birer rüya olsa. Ya da uykumda bu hayata veda ederek sonsuzluğa karışsam. O kadar arzu ediyorum ki bunu, hiç düşünemezsiniz bile...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder